İslam dininin hangi koşullarda nasıl doğduğunu ve içinde doğduğu toplumu ne yönde nasıl değiştirdiğini konu alan çok sayıda kitap vardır. 

 

İslam dininin hangi koşullarda nasıl doğduğunu ve içinde doğduğu toplumu ne yönde nasıl değiştirdiğini konu alan çok sayıda kitap vardır.  Yazarların büyük bir çoğunluğu, İ.S. 600 yıllarında Mekke ve çevresinde büyük bir toplumsal dengesizlik bulunduğunu, çoğunluğun aşırı yoksul, azınlığın ise aşırı varsıl olduğunu; İslam’ın böyle bir ortamda toplumsal dengesizliği gidermeyi amaçlayan ilerici, devrimci bir din olarak doğduğunu söyler.

Tanrıtanımaz Toplumcu Marx ve Engels’e göre, İslam başlangıçta ilericiydi

Engels, Marx’a yazdığı bir mektupta İslam’ın doğuşunu bir devrim olarak niteliyordu:

Sanırım senin Muhammed Devrimi’nin temel ögelerinden biri olarak gördüğün bir gerçeği, Muhammed’den önce Güney Arabistan ticaretinin mahvoluşu gerçeğini de, belirttiğim bağlamda düşünmek gerekiyor… İ.S. 200-600 yılları arasında Güney Arabistan Habeşler tarafından sürekli işgal edilmiş, yağmalanmış, boyun eğdirilmiştir… Genel ticari durumun neden olduğu bu çöküntünün yanısıra, doğrudan ve şiddetli ölçüde yıkıcı bir başka hareketin daha varolmuş olması gerekir ki, bu da ancak Etyopyalılar tarafından girişilen istila hareketleri olarak düşünülebilir… Arap ulusal bilincini,kuzeyden gelen ve neredeyse Mekke’ye kadar uzanan Pers istilası da kamçılamıştır. Müslümanlık ahlaken iflas etmiş kentli fellahlara karşı bir bedevi tepkisi niteliği taşımaktadır. [1]

Oysa Kur’an’da bu dine en çok karşı çıkanların bedeviler, göçebe hayvancılıkla geçinen Araplar olduğunu okuyoruz. [2] Engels’in yoldaşı Marx da yazdığı bir mektupta İslam’ı şöyle değerlendiriyor:

Bütün tek tanrılı dinler, kurulu düzene karşı oluştu, örgütlendi, gelişti. Arabistan çöllerinde inanılmaz bir yokluk, yoksulluk, yozluk vardı. Müslümanlık, bir ‘isyan bayrağı’ olarak doğdu. Murabaha sermayesi her yere, her şeye hakimdi. Tefeciler ülkenin insanını soyuyor, soğana çeviriyordu. Ama, fakirin, fukaranın, göçebenin, yoksulun ideolojisi yoktu. Kendisine şemsiye edeceği, kalkan olarak kullanacağı bir Felsefesi yoktu. Müslümanlık onu sağladı. [3]

Görüleceği üzere, Marx da tıpkı Engels gibi, İslam’ı yoksul göçebeliğin tefeci sömürgenlere karşı ayaklanma bayrağı olarak nitelendirmekte ve bu anlamda ilerici nitelikte doğduğunu savunmaktadır. İslam dininin Mekke’deki şu ya da bu toplumsal katmanin gereksinimlerini karşılayan bir inanç-düşün dizgesi olarak doğup doğmadığı konusunu tartışmayı burada bir yana bırakalim; Marxçılığın dinlere yönelik bu bakış açısının doğru olup olmadığını da burada tartışmayalım; ancak şu İslam karşıtlarının dahi yadsıyamadığı açıklıkta bir olgudur ki, Müslümanlar 800 ve 1200’lü yıllar arasında 400 yılı aşan bir süre boyunca yeryüzünde bilimsel-düşünsel ilerlemenin öncüsü olmuşlardır. Bu olgusal gerçek, İslam karşıtı olarak tanınan yazarların yapıtlarında bile doğrulanmaktadır. [4]

KAYNAKLAR:

[1] Karl Marks – Friedrich Engels, Din Üzerine, Ankara 1995, s. 116 aktaran: Cengiz Özakıncı, İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü, İstanbul 2018, s. 261 – 262 

[2] Kur’an Tevbe Suresi/ 90,97,98,101 

[3] Marks’ın 1881’de yazdığı “İslamiyet Üzerine” aktaran K. Fişek, Hürriyet, 2 Kasım 1997, s. 29 

[4] Cengiz Özakıncı, İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü, İstanbul 2018, s. 261 – 262 (Bu eserden çokça istifade ettik)