SURİYE BAŞVEKİLİ CEMİL MARDAM VE ADİL ARSLAN İLE KARPİÇ LOKANTASI’NDA GÖRÜŞME

(21/22 ARALIK 1937)

 

Atatürk:

Ekselansın benim şahsıma yönelttiği samimi sözlerden, ki kendi kıymetli fikirlerini güzel ve açık bir surette ifade etmiştir, bundan çok memnun olduğumu söylemeliyim. Fakat derhal buna bir nokta ilave etmek isterim. Belki de buna bir “ne yazık ki” sözünü eklemek icap eder. Ben bir millet mevcudiyetini kurtarmak için işe baş­larken, ne yazık ki, Suriye’yi, Irak’ı, bütün İslam dünyasını, zaruri olarak biraz müsamaha etmek mecburiyetinde kalmıştım. Çünkü bütün bu filemi toplayan büyük imparatorluğun enkazını, bizim kadar dostlarımız ve dindaşlarımızın da görmüş olduklannı biliyordum.

Müsaade ederlerse bir şey daha ilave edeyim. İmparatorluğun idare tarzındaki kabalığın doğurduğu birçok hoşnutsuzlukları da nazarı dikkate almak icap eder. Ben şahsen bütün camia için gayret sarf etsem bile bazı kitlelerde hasıl olmuş bulunan zihniyetler, bizi birbirimize yak.laştıramayacak kadar mühim idi. Bu sebeple, ben bütün kuvvetimi ve kudretimi, yalnız bu imparatorluk içindeki Türk olan unsura hasretmek mecburiyetinde kaldım. Ancak, ben bu işi yaparken çok emindim ki, asırlardan beri beraber yaşamış, dindaşlık yapmış insanlar, aynlamazlar. Yalnız, imparatorluğun yarattığı birtakım yanlış anlamaların unutulabilmesi ve nihayet beraber yaşamış bu insanların birbirlerini anlayabilmesi için belli bir zamanın geçmesi lazımdı. Bugünün henüz gelmiş olduğuna, itiraf ederim ki, kani değilim. Fakat, o dediğim gün gelecektir. İşte bu hakiki güneşin doğduğu günü anlamak için, biz ve dostları­mız, güneşi saymayanların haksız baskılarından ilham almak için daha fazla beklememeliyiz. Derhal ilave etmeliyim ki, ben arkadaşlarımla konuşurken Hariciye Vekili’ni mevcut farz etmem. Bunu da söylemeliyim ki, ben konuşurken, yalnız kendileriyle değil, bütün milletlerin temsilcileri ile de görüşürken, böyle konuşurum. Mesela Mösyö Ponsot burada olsaydı sözlerim değişmiş değil, belki daha etraflı ve şiddetli olurdu. Türkiye Cumhuriyeti, gayet açık konuşmak mecburiyetindedir. Ben söylüyorum ki, İslam filemi ve Suriye milleti ve devleti tamamıyla ve katiyen bağımsız olmalıdır. Bunu, burada söylediğim gibi, Fransızların ve bütün dünyanın önünde tekrar etmek, benim için şeref ve zevktir. Bunun aksini düşünmek miskinlik olur. Eğer Fransız dostlarımız bu meseleyi benim deklare ettiğim gibi düşünmüyorlarsa, bu da bir ayıptır. Fransız milleti, dünyanın en medeni ve en demokrat milleti olarak tanınmış ve demokrasi revolüsyonunu yapmış bir millettir. Fakat ne de olsa Fransızlar bir gün hakikati görmeye ve onu olduğu gibi kabule mecbur olacaklardır. Bizim, Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir mevcudiyetten asla korkusu olmadığı içindir ki, ben bu sözleri böyle açıkça söylüyorum; ve çok arzu ederim ki, makul vaziyet sahibi olan  Suriyeli kardeşlerimizin hakkını müdafaa edenler de en aşağı bu kadar cesur olsunlar. En nihayet, insanlık aleminde insanım diyen Fransızların, bu yüksek davayı tanı­ mamak için ileri sürecekleri mazeretlerin çok kıymetsiz olacağı anlaşılmaktadır. Bizim düşündüğümüz ve Suriyelilere düşünmeyi tavsiye ettiğim husus, Fransızların da lehindedir. Fransızlar ne istiyorlar? Benim şahsen gördüğüme göre, onların bin bir derdi, belası ve halli lazım gelen bin bir meselesi vardır. Onlar için akıllıca hareket şu olmaz mı ki, bir taraftan Türkleri dost olarak tanıdıklarını söylerlerken, ki bunda samimi olmalarını temenni ederim, diğer taraftan da dostlarımızın hakkını versinler?

Eğer Fransızlar bu hususta birtakım hayali ve kaprisiyöl yollara saparlarsa, korkanın
ki, netice aleyhlerine olur. Bu hususta arkadaşlarunı, Suriye arkadaşlarunı teşvik etmek istemem. Fakat ben, Kemal Atatürk, söylüyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti Fransa’ya bütün bu düşüncelerinin maktls olacağını gösterecektir. Bu cevap yerinde maddi ve yerinde manevi olacaktır. Çok temenni ederim ki, Fransa hükümeti bunu takdir etsin. O kadar. Bunları bugün söylüyorum, onlan yarın açıkça deklare etmek için söylüyorum. Fransızlar akıllannı başlanna alsınlar. Benim için diplomasi meçhuldür.

Benim için realite vardır. Bu olacak mı? Olmayacak mı? Benim makul olarak söylediğim şey olmalıdır.
Çünkü ben makul olmayan bir şeyi hayatımda asla düşünmedim. Dünyanın, insanlığın, hakiki Iojik gördüğü bir şeyi, herhangi bir millet olursa olsun, birtakım makul olmayan ve alçak ve adi menfaatlar peşinde koşarak onu yapmamaya girişirse,
ben, kuvvet kullanmadan onların mağlup olacağına eminim. Şimdi, somut olarak,
belki hiç temas etmediğiniz ve etmeye lüzum görmediğiniz Hatay meselesi vardır.
Hatay meselesi şahsım için yeni bir mesele değildir. Arkadaşlanm beni mazur görsünler. Mösyö Franklin Bouillon ile çok uzun görüştükten sonra, ben birtakım özel şartlar ile Hatay’ı bıraknm. Bırakmayabilirdim. Fakat bıraktım. İki şey için bıraktım. Bunu açıkça söyleyeyim. Bir kere Suriye mevcudiyetini az çok kuvvetli bir hale koymak için. İkincisi; bir gün Türkiye ve Suriye birbirini anlayacaklardır, bir gün makus hareketler ortadan kalkacaktır, biz Suriyelilerle kolaylıkla anlaşırız diye bıraktım. Ondan sonra karşılaştığımız vaziyetlere, biz ve Suriyeliler şahit olduk. Bunun üzerine
zannederim ki, Başvekil ile konuşulmuştur. Daha fazla görüşmeye lüzum yoktur.
Fransızlar, Hatay’da Alevilik meselesini ortaya attılar. Aleviler Türktür. Bilmem Ekselans Başvekil ne düşünüyorlar. Alevi aleve tapan demektir. Onlar eski Türklerdir.
Ateşperest Türklerdir. En nihayet lisan, Arapça, Türkçe vesaire, bir ırkın ayırt edici
vasfı değildir. Kendilerine soracağım. Acaba bütün Suriyeliler hangi ırktandır? Arap­ça konuşmalanna rağmen. Belki aynı ırktanız. Tabii. Ben bu nokta üzerinde durmayacağım. Fakat batıdan bir millet gelecek, bunu tayin edecek. Bu benim hoşuma gitmiyor. Çok kıymetli dostlanmız Fransızlara ben açıkça söylediğim gibi siz de açıkça söyleyebilirsiniz: Bu işte onlan hakem tayin etmeyeceğim. Bizi karşı karşıya bıraksınlar. Biz anlaşırız. Bu takdirde, Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye devlet, millet ve Başvekili’yle yapacağı hareket, dostluk ve kardeşlik olacaktır. Bunu ben bütün dünyaya açıkça söylüyorum. Dostlarımız da açıkça söylesinler. Fransızlar bir şey yapamazlar, enerjinizi kullanmak şartıyla. Ben bunu somut olarak söylüyorum ve icabında da fiilen gösterecek vaziyetteyim. Fransızlar eğer şüphe ediyorlarsa bunu tecrübe edebilirler.

YAPAMAM! HEPİMİZ MÜSLÜMANIZ. YEMİN EDERİM Kİ, NAMUSUM ÜZERİNE 
SÖYLERİM Kİ, BIRAKMAM! Çok temenni ederim ki, FRANSIZ HÜKÜMETİ AKLINI BAŞINA TOPLASIN. NAMUSUM ÜZERİNE SÖYLÜYORUM, BIRAKMAM. Kendileri bilirler. Fakat daima Türkiye Cumhuriyeti’nin arzu ettiği şey, Suriye’nin bağımsız bir İslam devleti olmasıdır.
İsterlerse Suriyeliler bizimle dost olurlar veyahut olmazlar. Bu onlann bileceği bir
şeydir. Fakat, her halde bağımsız bir Suriye İslam devleti kurulmalıdır. Fakat Fransız-

lar bunu istemiyorlar. Suriye’yi kıskıvrak ellerine almak istiyorlar. Bu, sizin enerjinize kalmış bir iştir. Eğer Suriyeliler isterlerse ben bunu yapacağım. Fransızlar bizimle ve Suriyelilerle dost olursa, tabii daha iyi olur. Fransızlar Suriyelileri adam yapmak istiyorlarmış. Fakat evvela kendileri adam olsunlar. Suriyeliler zeki, modern ve nazik insanlardır. Fransızların terbiyesine ihtiyaçtan yoktur. Suriyeliler böyle düşünmelidirler. Ben Suriye’yi bilirim. Gençliğimde Şam’da bulundum. Sürgün olarak, Abdülhamit zamanında. Suriye’nin daha birçok şehirlerinde de yaşadım. Daha sonra kumandan olarak da bulundum. Bütün kabahat Osmanlı İmparatorluğu’ndadır. Balkan Harbi sonunda Gelibolu’da idim. Ben Talat Paşa’ya teklif ettim. Suriye’ye, Irak’a bağımsızlık veriniz dedim. Talat Paşa “Bunu başkasına söyleme, seni asarlar” dedi. Fakat yapılacak şey bu idi. Eğer yapılsa idi bugün Türkiye, Suriye ve Irak, ki zaten kardeş­tirler, bugün daha samimi kardeş olacaklardı, bağımsız Suriye, Irak ve Türkiye. Belki çok karmakarışık şeyler oldu. Suriyelileri, Iraklıları yanlış yollara sevk eden vaziyetler oldu. Fakat artık bunlar değişti. Fransızlarla, İngilizlerle, herkesle dost olalım. Fakat benliğimizi kaybetmeyelim. Onlar da artık bizim varlığımızı, kıymetimizi anlasınlar, bağımsızlığa hürmet etsinler. Onlar bizi köle olarak kabul ederlerse bundan Sayın Suriye Başvekili elbet memnun olmaz. Emir altında olamayız. Bunu Suriyeliler tahakkuk ettirecektir. Ettiremezlerse hiç olurlar. Fakat bu tahakkuk ederse büyük ve şerefli bir mevki alırlar. Açıkça söylüyorum. Suriye devleti, milleti, Başvekili vardır. Ben çok hassasım. Ben makul olmayan şeyleri kabul etmemiş olmakla iftihar duyanın. Bir Fransız generali gelsin bütün bir millete hükmetsin. Suriyeliler henüz olgun değilmişler.

Fransızlar acaba ne zaman olgun olmuşlardır? Tarih maalesef yanlış anlaşılmıştır. Suriyeliler mükemmelen medeni iken acaba Fransı;dar ne vaziyette idi? Daha birçok meselelerimiz vardır. Fakat ve maalesef bunların ortaya konulması için kuvvet lazımdır. Biz kuvvet yapabiliriz. Türkiye kuvvetini ‘rnrmuştur. Suriye de mü­kemmelen kuvvet yapabilir. Fakat Suriyelilerin ellerini kollarını bağlamışlar. Çözü­nüz onları, koparınız o bağlan! Biz Türkler, sizi seven dostlarınızız. Tabii bu meseleleri diplomatik kanalla takip edeceğiz. Fakat onlar bize galebe çalamazlar. Hatay nedir? Küçük bir şey. Ben, onu bize verin demiyorum. Bu mesele benim için bir namus meselesidir. Biz orayı muharebe ile kaybetmedik. Bize verin demiyorum. İhtiyacunız yoktur. Mesele, benim için bir namus meselesidir. Arazimiz o kadar geniştir ki, 17 milyon değil, 50 milyon nüfus barındırabilir ve barındıracaktır. Bu meseleyi halledeceğiz. Bu namus meselesidir. Bunun için en büyük tehlikeyi bile göze aldım. Mesele, Suriye ile aramızda kalınca bin bir dostluk yollan ile uyuşuruz. Hatta Suriye Baş­vekili ile benim aramda kalsa daha çabuk olur. Bunu yapacağım. Fransızlara veremem. Açık söylüyorum. Eğer Ekselans yann Suriye’ye ve Şam’a dönerlerse lütfen benim bütün Suriyelilere ve bütün dostlarımıza selamımı söylesinler ve açık olarak desinler ki, ben ve hükümetim sizin tam bağımsızlığınızı istiyoruz. Eğer Fransızlar mani olursa Fransızlara da söyleyecek sözlerimiz vardır. Ona da kefilim.

Suriyelilerin ordusu yoktur. Fakat bizim ordumuz kafi. Söz veriyorum: İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım. Temenni ederim ki, buna mecbur olmayalım. Katiyen bırakamam. Suriye’yi terk etmek istemiyorlar. Fakat terk edeceklerdir. Bir kere tutununuz, ordu yapınız. Korkmayınız. Bir şey yapamazlar. Kuvvet kullanmaz iseniz her şey yaparlar.

Bundan emin olunuz. Ben Hatay’ı istemiyorum. Bu, benim için bir namus meselesidir. Dünyanın bin bir meselesini bırakarak böyle şeylerle uğraşamam. Uğraşmak isteseydim Türklerle meskün büyük ülkeler vardır. Fakat ben böyle şeylerle uğraşmam. Hatay’ı verseler de almam. İhtiyacımız da yoktur. Yalnız bu benim için bir namus meselesidir. Bize dost gibi görünüp de bizi birbirimize düşürmek için vaziyetlerden istifade etmek isteyenler aldanıyorlar. Bunu ben çok dostane ve açık söylüyorum. Zaten  söz konusu olan devlete, bunu, gerek Hariciye ve gerek Erkanıharbiye Reisi ile de  söyletmiş bulunuyorum. Dost olduğumuz için samimi ve açık konuştum. Kendilerine memleketlerinde muvaffakiyetler dilerim.

KAYNAK:

Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 30, s. 120-122

 

Görüşme, Anadolu Ajansı tarafından gazetelere şöyle servis edilmiştir:

“Ankara, 22 (AA) – Atatürk Ankara’da Şehir Lokantası’nda davetlileriyle bulunurken, bundan malumanar olan Hariciye Vekili, Dahiliye Vekili arkadaşı ile birlikte, misafirleri bulunan Suriye Başvekili Cemil Mardem Bey’i Reisicumhur’a müsaadeleriyle takdim etmişlerdir. Atatürk, Suriye Başvelcili’ni ve seyahat arkadaşı Adil Arslan Bey’i nezdlcrinde alıkoymuşlardır. Cereyan eden konuşma esnasında Atatürk, Suriye halkını muhabbetle selamladıklarını ve Türkiye’nin Suriye’yi bağımsız ve mesut görmekle bahtiyar olacağını beyan buyurmuşlardır.” Bkz. Ulus, 23 Aralık 1 937, Numara: 5891, s.I, 8; Cumhuriyet, 23 Aralık 1937, Numara: 4889, s.I; Tan, 23 Aralık 1937, Numara: 952, s.l;  Akşam, 23 Aralık 1937, Numara: 6891, s.I, 7; Son Posta, 23 Aralık 1937, Numara: 2657, s.1; Ayın Tarihi, Ocak 1938, Sayı:  49, s.73